5 Nisan 2012 Perşembe

Elit Sanat Nasıl Banal Olabilir?

Sanat elit sayılır, gündelik yaşam banal.

Ancak, elit sanat ürünleri de banal olabilir.

Özellikle güzele çok yüklendikleri zaman.

Neden?

Banal gündelik yaşamın ürünlerinden olan mankenlerin gösterdiği üzere, güzellik çok ender raslanan bir şeydir. Gerisi ‘photoshop’tur. O da yalan söylemek, dezenformasyon ve banaldir.

Dezenformasyon neden banaldir?

Çünkü Bilgi Çağı’ndayız.

Çünkü aynı zamanda tarihin bir çöküş ve geçiş dönemindeyiz. Bu dönemde genlde en çok yalan söyleyenler kazanır ve güzel, bir yalandır: Holywood ve Yeşilçam yalanı.

Çünkü güzel süperegosaldır, faşizm de öyle, onu uygulayan Prusyalı subaylar da öyle, onlar da güzele çok düşkündü, örneğin Wagner’in güzel müziği gibi.

Yalan söylenmediğini varsayalım:

Güzel tek başına, çıplak olarak var da, güzel ne işe yarar?

Hislendirmeye.

His yerine, düşünce gereken Bilgi Çağı’ndayız.

En kitlesel ve bayağı ürünler verilen sinemada bile, düşünce filmi ble yapılabilirken; modern dansı da, klasik baleden sonra, güzel hissine hasretmek bayağıdır, aşağılıktır, yalandır.

Banal Nedir?

Türkçe’de günlük kullanımda, ‘bayağı ve adi’ demektir.

İngilizce’de şunlar demekmiş:

“devoid of freshness or originality; hackneyed; trite.”


“Tazelikten veya özgünlükten kaçınma; basmakalıp, klişe, bayat.”

Redhose İngilizce-Türkçe sözlük.

“sıradan, .ayağı, basmakalıp.


Bunların hepsinin aynı şey sayılması, yani olumsuzlanması ama gündelik yaşamımızdaki aşağı yukarı tüm şeylerin banal olması çok ilginç.

Hazır giyimin en pahalı formlarının tamamına yakını banaldir, en sıradan formlarının da.

Sanırım konu, taze (yeni ve farklı) ve özgün olana geliyor. İnsanların banal olmak için bunlardan kaçınması gerekmiyor; kaçınmasalar da yine banal olmaya varıyorlar; çünkü banal olmayan, yani özgün çok ender. Ayrıca toplum, öyle habire yeni yapılan şeylerden hiç hoşlanmaz, belli bir ataleti vardır.

Yani sorun, aşağılık olmakta değil, aşağılık olarak kalmakta.

Bu, bize neden kültür ve tarihin neden ‘olduğu gibi olduğu’nu da açıklar: Bir kez büyük sayılar kuramına bağlandınız mı, o hep işler. Büyük sayılar kozmos için geçerlidir, kaos için değil. Kaosta, % 10’dan fazla belirsizlik gerekir.

Burada önemli bir nokta daha var:

Değişim, belirsizlik de demek olduğu için ondan çokça kaçınılır:  İnsanlar, dibinde canavar oldukları bir kuyuya, ne olduğunu bilmedikleri bir kuyudan daha rahat inerlermiş.

Bu, bize evrimden kalan ve tuhaf bir biçimde metamorfoz geçirmiş tuhaf bir nitelik.

Ben bunu genel olarak, toplu bilisizliğe yerleşen, son 3 milyon yıllık anayurt Afrika’yı kezlerce terklerin tamamına yakınının başarısız olmasına ve başarılı olan tekinin de fazla başarılı olup, insanın orman, dağ, kutup gibi acaip bölgelerde yaşamasına izin verip, onun ve kültürünün daha da acaipleşmesini sağlamasına bağlıyorum.

Sonuçta, onlardan sonra, sonul olarak varılan kent yaşamı ise daha acaip, çünkü toplumsallık orada bir kölelik durumunda. İnsanlarsa, hala 10 metrelik bir güvenlik çemberi gereksiniyor ama kent yaşamı buna izin vermiyor. İnsanlar bugünün büyükkentlerinde kendilerini tehdit altında hissediyorlar ve dost-aile imajı / menzili ile örtüşüyor.

Diğer bir deyişle, insanın tüm kültürel evrim aşamaları hep banalliklerle dolu. Bunun bir tek çıkarımı var: Büyük sayılar kuramının işlemesi için gereken süre hala dolmadı. Yani, insanlar banaldan yana daha çok yalpa vuruyorlar ama eğitim süresinin artması, vd nedenleriyle bu durum, 5.000 yıl sonra filan kalıcı olarak nitelikli kültürden yana değişmiş olacak.

Sonuçta, resim tarihine bakmak yeterli: Taş Devri’nin resim dahilerinin resimlerini, bugün ilkokul çocukları yapabiliyor, hem de yine istatiksel yineleme kümeleri içinde.

Tabii ki bu gerçek, banali katlanılır kılmıyor.

4 Nisan 2012 Çarşamba

Karşılaştırmalı Banoloji = Bayağıbilim

Mutfak

Çinliler neden dolmayı icat etmedi?

Hintliler neden dolmayı pirinç yerine, patates ve peynerlie dolduruyorlar?

Türkler, neden yemeyi, içmeyi, sevişmeyi çok sevip, üçünü de berbat eyledikleri halde, dolma icadı dahil, inanılmaz bir mutfak icadına sahipler?

Veriler:

Pirinç, Hindistan ve Çin’in otantik bitkisi. Türkler’in otantik bitkisi olsa olsa at otu olabilir.

Makarna, erişte ve aradaki tüm işlenmiş buğday ürünleri (kuskus, arpa şehriyesi gibi ama irmik veya bulgur gibi değil), aynı yemeğin birbirine beş benzemez çeşitlemelerini verebiliyor.

Demek ki koloniyalizmde İspanya-İngiltere-ABD sırası gibi, herhangi bir kültürel süreçte ardışıklık ve ilk başlayanın en güçlü olması ilkesi yok.

Türkler’in 1.000 küsur yılda hiç balık kültürü olamadı ve bu hem bir kontrol öğesi, hem de Türk mutfağının olmaması gereken acaip bir açığı. Sanırım, midyeli pilavı da Türkler icat etmedi.

27 Mart 2012 Salı

Marjinaller ve Normaller

Marjinallerin normallere veya toplam nüfusa oranı, geleneksel istatistik ve toplumbilim sınırları dışına çıktı.

Çünkü:

Bir: Marjinalliğin çeşidi arttı. Bunun nedeni ise, normal baskısının artması değil, azalması.

İki: Skolastik bilgi ve çerçeveleri çöküyor. Bu bir epistemolojik geçiş dönemi ve dene-yanıl daha geçerli bir yöntem.

Marjinaller ve normaller arasındaki aşk ve nefret filminin mutlu sonu:

Marjinal başarıya ulaşır. Başarı, albümleri çoksatan bir pop yıldızı olmak değildir, toplumu değiştirmektir. Toplumu değiştirmek bir amaç değildir, bir araçtır, düşünen insanlar yaratmanın bir aracı.

Mutsuz son:

Normaller kazanır, marjinal asimile olur veya ölür.

Tüm bunlar, 2000-2010 arası için bile demode bilgilerdi ama global konsensusta hala yer bulamadılar. Ancak bıçak gibi somutlar.

Yeni ve gerçek durum şu:

Normaller normallere zarar vermeye veya onları yok etmeye başladı. Buna, burjuvazinin yumurtlayan tavuk proleteryaya işkence etmesi veya onu öldürmesi, denebilir. % 99’un 39. Harami’den sonra, ‘tieyyt layn’ demesi, denebilir.

Ya da sürpriz bir durum geliyordur. Kimbilir?

Marjinaller marjinallere normallerin marjinallere zararı kadar, belki bazan daha çok zarar verirler ama bu marjinalleri azaltmaz, arttırmaz da.

Geçmişte, abdallar gibi marjinallerin normallerle savaş olmayan, hatta ticaret olabilen ilişkiler kurabildiğini, yani farklılıkların birarada makul biçimde yaşayabildiklerini biliyoruz ama o zaman kilometre kare başına nüfus çok azdı. Yani, gerektiğinde kızmayabilmek için, yalnızlık / boşluk yeri yeterince vardı.

Şimdi ise, aynı farklılıklar bile birarada yaşıyamıyor. Ya çıkarları çatışıyor, ya çıkar birliğine aymıyorlar, ya da panik durumundalar. Çünkü birbirimize gereğinden fazla yakınız ve toplumsallık bir zulüm.

Sorun, normallerin de birarada yaşayamamaya başlaması. Örneğin. İstanbul Kasımpaşa’da Anadolu azınlıklarından en az 10 farklılık var ve su yüzüne çıkmayan bir birbirinden hoşnutsuzluk var. Aile içi çaıtşmalar ise fecaat düzeyinde.

Bu neo-liberalizmin 3. onyılındaki son momentle ilgili. Pastanın en azından kreması bitti. Örneğin, İstanbul’da talan edilecek boş arsa bittiği için, eski talan edilenler de dahil olmak üzere, devlet talanı (pardon kentsel sit alanı oluşturma ve kentsel dönüştürme süreci) başladı. Dolayısıyla, insanlar birbirine düştü.

Çıkarlar / varlıklar çatışınca ne olur?:

Güçlüler güçsüzleri bir köşeye kadar sıkıştırır. Sonra ısınan gazlar  patlar.

Kasımpaşa’da Afrikalı-Kürt-Çingene iç / sivil savaşı başlayalı çok oldu. en az şiddet kullanlar Afrikalılar, en yabancı / diğer onlar, en yeni azınlık yine onlar. Bu ilginç bir durum.

Bu konu devam etmeli. Burada es.

(26 Mart 2012)

Murdock etc.

Kültüroloji için elimizde 3 model var:

Gündelik yaşamın kültürolojisi, bilim-sanat-düşün tarihi ve Murdock’un 1.000’li şeması.

Marksist kökenli tarihçilerce geliştirilmiş dünya sistemi modellerinin tümünün eksiği bu 3’ünü de içermemesidir.

Örneğin, dünya sisteminin % 95’e gibi azaltılmış ekonomik determinizmine karşılık,  Murdock’ta ekonomi % 10 gibi bir yer tutar, yani o da aslında fazladır. Ekinin maddiyatı ile kastedilen yalnızca üretim biçimleri donanımı değildir. Alışkanlıklar gibi yazılımlar da önemlidir. Asıl önemlisi, kültürel donanım-yazılım praksisi eksikliğidir.

Dünya sistemi modelleri bilim, sanat ve düşünün genelde ve dallarının evrimiyle pek ilgilenmez. O nedenle, makro ve düzensiz değişimler gözden kaçırır.

Gündelik yaşamın kültürolojisi, yine kendini bir marksist sayan Benjamin tarafında başlatılmış ama geliştirilerek sürdürülmemiştir.

Sorun şurada.

Nasıl ki bütün bir organın anatomik tüm ayrıntılarını sergileyebilmek için onu değişik ve bazı düzensiz disseksiyonlara tabi tutarsak, bu kültür için de böyledir.

Düzensiz kültürel disseksiyonları en iyi gündelik yaşamın kültürolojisi yapar. Onun eksiği de şudur: Bunu en iyi sergileyen gazete haberleri bir sistematikten yoksundur ve eklenecek ve eksiltilecek öğeler içerir.

Geçmişbilimi, nasıl ki gelecekbilimle praksislemek zorunda kaldıysak, bu 3 sistematiği de praksisslemek zorundayız, artı onlara tüm istatistikleri uygulamalıyız ki modelimiz geçerli mi görebilelim.

Bunun yapılmasının 21. Yüzyıl’a kalması epistemolojik açıdan üzücü.

Kültür için böyleyken, zihin için daha da geri poziyonda olmamız ise daha da üzücü.

Çünkü biz aslında zihin-kültür praksisinin peşindeyiz.

Yine de, bu bilgi alanını inşayı başlatan Murdock’u şükranla anıyoruz.

(27 Mart 2012)

26 Mart 2012 Pazartesi

Reklamcılar, Avukatlar ve Doktorlar

Hitler reklamı tartışmasının bir başka yüzü:

“Özetle, sorumluluk marka sahibinde ve reklamcısındadır. Ürün satmak için insanlık suçu işlemiş bir caniye reklamda yer vererek sebep oldukları toplumsal rahatsızlığın muhasebesini, akşam başlarını yastığa koyduklarında kendileri yapacaklardır.”


Dinime küfreden Müslüman olsa:

İnsanlık suçu işlemiş birini reklamda kullanmak ayıp, günah, suç veya başka bir şey ama:

İnsanlık suçu işlemiş birini bir avukatın savunması legal, normal, ahlaki, vd.

İnsanlık suçu işlemiş birini tedavi etmek bir doktor için legal, normal, ahlaki, vd.

İnsanlık suçlarını insanın midesini kaldırana kusturana dek haber yapmak, legal, normal, ahlaki ve yayın ahlakına uygun, vd.

Tartışma şu noktada:

“Meslek jargonunda, ‘advertising’ ve ‘shock’ kelimelerinin birleştirilerek ‘shockvertising’ adı verilen bu reklam stratejisi, Darren W. Dahl’in ‘Journal of Advertising Research’te yayınlanan makalesinde şöyle tarif ediliyor: ‘Sosyal değerleri ve kişisel idealleri bilinçli olarak ihlal ederek hedef kitlesini ürküten ve rahatsız eden’ reklam stratejisi.”

Tam herşeyi birbirine karıştırmış adamımız. Mental konfüzyon, kültürel konfüzyon, kültürel şizofreni birarada yani.

Toplumu değiştirenler marjinallerdir, yoksa toplum kendi kendini yer bitirir. Marjinaller her zaman yararlı değişiklikler yaratmazlar, zaten amaçları bu değildir. Amaçları normalden kaçıştır.

Neden?

Norm öldürür. Ahlak, hukuk, din öldürür. Tımarhaneye, hapishaneye atar. Sürgüne yollar. İnsanlık suçu işler.

Anormal olanla şok edici olan arasında çook geniş bir spektrum  vardır.

Reklam gündelik yaşamın kültürolojisi alanına girer. Banalliğe ve lümpenliğe girer. Normal banal ve lümpendir zaten. Banal ve lümpen normalin, sosyal değerleri ve idealleri yoktur. Olsaydı, son 30 küsur yıldaki neo-liberalizm ve neo-globalizm işlemezdi. İşledi, çünkü kitle sayesinde işledi. Bu durumda, entellektüele b.k yemek düşer. Kitle razı, burjuvazi razı. Onların bayağılıklarının ve paçavralıklarının derdi onlara düşmez.

Dönelim başa:

2 metinde örneklediğim kişi veya kurumlara bu reklamı eleştirme hakkı düşmüyor. Çünkü kendileri daha önce yeterince insanlık suçu işlediler.

Bu reklamı eleştirme hakkı kime düşer?

Walter Benjamin’e...

O da salakça öldürülmesine izin verdi ne yazık ki...

Yani, ölü bir tarihin ölü bir kültürünü irdelerken., bir şeyleri / onu  yaşatmaya çalışmak faşizm ve engizisyondur.

Ölen bir kültür üzerine diskur, yine erken ölen biri tarafından yazılmıştı (Caldwell).

Ölülerin bir yanı çok işe yarar:

Hatalarının çözümlenmesiyle, yeni hataları engelleterek, yeni ölülerin oluşmasını engellemeye...

(26 Mart 2012)

Köpürt Beni Adolf

Hitler’in göründüğü bir şampuan reklamı nedeniyle halkımız birbirine girdi.

Tam kültürel şizofreni belirtileri. Bu süreç 30 yıldır var ama bunlar yeni semptomlar:

İşte halkımız ve işte tepkileri:

“Hitler’li reklamın yaratıcısı Hulusi Derici ise, ‘Marketing Türkiye’ye yaptığı açıklamada reklam filmini savundu. Derici, ‘Eğer bir markanın hakkında ileri geri konuşuluyorsa, bu o markayı var eder.  Aksi taktirde kayıtsız kalınması o markayı öldürür. Bunun için insanlara bakmak bile yeterli… Madonna’ya bakın, Tayyip Erdoğan’a bakın, hatta Hülya Avşar’a bakın.  O nedenle birileri üretir birileri konuşur. Reklamdaki espriyi anlamadılarsa, kendileri bilir. İsteyen istediği gibi çekiştirsin…’ dedi.”


Reklamın kötüsü olmaz belki ama bir insanı mal olarak sıfatlamak hakarettir bence ve yalnızca mallar marka olabilir. Bu arada Tayyip,  bir marka mı gerçekten?

Reklamdaki espri, Hitler’in transvesti olmadığıdır yalnızca: Bunu da bilmiyoruz zaten.

Bunlar da Sefaradlar ve tepkileri:

“Türkiye Hahambaşılığı ve Türk Musevi Cemaati tarafından yapılan yazılı açıklamada, ‘dün cemaatin web sitesinden yapılan ilk açıklamayı takiben konuyla ilgili ajans sahibiyle yapılan ve hassasiyetlerin aktarıldığı görüşmeye rağmen söz konusu reklamın halen medyada yer aldığının esefle müşahede edildiği’ belirtildi.”

Tamam, Hitler 5 milyon Musevi’yi gömdü ama geriye sağ kalan Museviler bugüne kadar kaç kişiyi gömdü? Ayrıca, kendilerini sabun yapanların çocuklarıyla nükleer bomba alışverişi yaparnlar, 1500’de kendilerine vatan açanların topraklarını yağmaladılar. Ağızlarını açmaya nasıl hak buluyorlar?

“Bu ve benzeri sorular Hitler'in bir şampuan reklamında kullanılmasıyla gündeme geldi... Habertürk Grubu, sorumlu yayıncılık ilkeleri gereği söz konusu reklam filmine kırmızı kart gösterip yayınlamadı ancak bir çok tv kanalının reklamı yayınlamakta olduğu görülüyor.”

Hitler’in bir de hempası vardı. Adı Krupp muydu neydi, hani Nürnberg’de de yargılanmıştı. Patronları bir Krupp posttipi olan bir grubun bu davranışı yalnızca halkla ilişkiler amacıyla olabilir.

Cumhuriyet gazetesi tayfası:

Cumhuriyet'ten Ali Sirmen de ‘RTÜK’e Selam: Heil Hitler!’ başlıklı yazısında tepkisini “Hangi TV kanalında bilmiyorum, bir şampuan reklamında Hitler’i görünce şaşkınlıktan küçük dilimi yutayazdım” sözleriyle dile getirirken, şöyle devam etti:

“Benim şaşırdığım, koca koca generallerini, profesörlerini, rektörlerini, has yazarlarını teröristlikten hapse atan bir ülkenin TV kanallarında tarihin en nefret uyandıran, en büyük teröristinin, reklam figürü olarak kullanılmasına, RTÜK’ün seyirci kalmasıdır.”

Hitler; ne tarihin en nefret dilen kişisiydi, ne en büyük teröristiydi, ne de en büyük tarihsel yıkımı yaptı.

Neo-Radikal döktürmeleri:

“Reklam filmiyle ilgili yazan köşe yazarlarından biri de Radikal'den Gürül Öğüt oldu. Öğüt, Hitlerli reklam taktiğini masaya yatırdığı yazısında, şok reklamlara dünyadan örnekler verdi ve sordu: Neden insanları rahatsız eden ve tepki çeken reklamlar yapılır?

Öğüt, yazısını şu cümlelerle bitirdi:

Sorumluluk marka sahibinde ve reklamcısındadır. Ürün satmak için insanlık suçu işlemiş bir caniye reklamda yer vererek sebep oldukları toplumsal rahatsızlığın muhasebesini, akşam başlarını yastığa koyduklarında kendileri yapacaklardır.”

E, senin de patronun insanlık suçu işledi: Bir gazeteyi satın alabilmek için, o gazetenin başyazarının öldürülmesini bekledi. Ayrıca, sonradan o gazetenin rakibi olan gazetenin başyazarını, rakibini batırmak için satın aldı.

Gelelim reklama:

Kendisi iktidarsız bir erkek olan Hitler’i erkek sekssisti sloganlı bir reklamda kullanmak, kimsenin gözüne batmamış, beynine de girmemiş  yani.

Bir de şunlar var:

Hitler’in görüntüsünün telif hakkı zaman aşımına girdi mi? 13 saniyelik görüntü kullanımı, alıntıya mı girer?

Sözün kısası;

Türkiye’nin sabun yapılmaya gereksinimi var:

Köpürdet bizi Adolf...

Dipnot: Alaturka sapıtmayı boşverelim: Bu konu, ‘Lili Marlen’ filminde ve UFA başaktristlerinden biri olan Hildegard Knepf’in ‘Bağışlanmış Küheylan’ (Yılkı Atı) kitabında nesnel ve öznel olarak yorumlandı yeterince.

(26 Mart 2012)